Uluslararası Güvenlik Sorunları (3)

 

ENERJİ VE GÜVENLİK

1.                      KAVRAMSAL ÇERÇEVE

Uluslararası güvenlikte en önemli konulardan biriside “enerji”dir.  

Enerji kaynaklarının rezerv yapısı, üretimi, çeşitliliği ve erişilebilirlik durumu ülkelerin enerji politikalarını belirleyen unsurlardır (Bayraç, 2018: 13).

Modern toplumların ekonomik, sosyal ve endüstriyel gelişmişliği incelendiğinde karşımıza çıkan en önemli unsur enerji olgusudur. Toplumun refah seviyesinin belirli bir düzeyde tutulabilmesi ve gelişmesi enerjinin devamlı ve ucuz olarak temin edilmesine bağlıdır. Sosyal anlamda enerji insanoğlunun alıştığı rahatlık ve konforun sağlanmasında vazgeçilmezdir. Endüstriyel açıdan ise enerji, üretimin devamı ve ihtiyaçların karşılanması için olmazsa olmaz denilebilecek bir faktördür (Erkal, 2018: 5).

Geleneksel anlamıyla enerji güvenliği, uygun fiyatlarla yeterli üretim yapılmasına odaklanarak "arz güvenliği" sağlamaktadır (Erkal, 2018: 6) ve (Alshaghel, 2018: 48).

Enerji güvenliği kavramı, arz güvenliğine odaklanmaktadır. Uluslararası pazardaki düşük arz, enerji kaynaklarının (petrol ve gaz) fiyatlarında bir artışa neden olup, tüketen ülkenin ulusal ekonomik güvenliğini etkileyecektir (Alshaghel, 2018: 49).

Arz güvenliği geleneksel olarak uygun bir fiyat bulma ve uygun fiyatı belirleme gibi bir tanıma sahiptir ve üreten ülkeler, tüketen ülkenin arzusunu tatmin edecek uygun bir fiyata nasıl ulaşılacağıyla ilgili pek çok soruyu gündeme getirmektedir (Alshaghel, 2018: 49).

Enerji güvenliğinin sağlanması için; küresel enerji kaynakları ve enerji çeşitlerini artırmak, verimliliği ve tasarrufu artırmak, şeffaflığı genişletmek ve enerji pazarını etkili bir şekilde yönetebilmek gerektiği öne sürülmektedir (Erkal, 2018: 7).

Enerji güvenliği kavramının kapsamı yalnızca fosil kaynaklar olarak tanımlanan petrol, doğalgaz ve kömürden ibaret olamayacak kadar geniştir. Bu bağlamda kaya gazından, rüzgâr ve güneş enerji santrallerine, uranyum yakıt çubuklarından jeotermal enerji kaynaklarına kadar geniş bir yelpazede değerlendirilmesi mümkün olan bir mecradan bahsedildiği unutulmamalıdır (Erkal, 2018: 7).

Enerji güvenliği açısından 1973 krizi önemli bir dönüm noktası olmuştur. Petrol üreticilerinin hamlesi ithalatçı ülkelerin piyasalardaki dalgalanmalara karşı daha tedbirli olmaya ve yeni enerji kaynakları arayışına itmiştir. Tüketici ülkelerin ortak bir enerji politikası oluşturmak adına Uluslararası Enerji Ajansını kurmaları da diğer önemli sonuçlardan biridir (Erkal, 2018: 10).

Uluslararası Enerji Ajansı enerji güvenliğini uygun fiyatların istikrara kavuşturulması ve çevre sorunlarına dikkat edilmesi gibi tanımlamaktadır(Alshaghel, 2018: 50).

Enerji devletler için önemlidir, devletin devamlılığı için enerji ihtiyacı gereklidir. Bu devamlılıkta üretimin devamlılığı, halkının ihtiyacı gibi faktörler için. Lakin, enerji ihtiyacını karşılamak amacıyla enerjilerini çeşitlendirmeye çalışmalıdır, bunlar fosil kaynaklar ve yenilenebilir enerji kaynakları olabilir veya enerjilerini farklı devletlerden karşılamasıdır. Farklı devletlerden karşılarken enerji güvenliğini sağlamasıdır. Enerji güvenliğini sağlaması terör saldırılarına veya 1973 Petrol Krizi gibi nedenler de olabilir.

2.                      ENERJİ KAYNAKLARI

Enerji kaynakları, gelişen ekonomilere ve artan nüfusa bağlı olarak ülkelerin kalkınma stratejilerinde daha önemli bir noktaya gelmektedir. Enerji kaynaklarına olan ihtiyaç günden güne çok hızlı bir gelişim göstermekte ve ülkelerin hem bireysel olarak gelişimlerinde, hem de birbirleri ile olan rekabetlerinde temel dinamiği oluşturmaktadır. Bu anlamda, enerji kaynakları ticari bir madde olmasının yanında, aynı zamanda stratejik anlamda da önemli bir konuma gelmiştir (Atagenç, 2010: 64).

2.1.                Fosil Kaynaklar

Fosil kaynakların bașında kömür, petrol, doğal gaz gelmektedir. Doğada bulunan fosil enerji kaynakları yıllarca süren hayvan ve bitki atıkların kimyasal dönüșümler sonucu olușmaktadır. Fosil enerji kaynakların ortak özelliği tükenebilir olması ve yakıldığında çevreye çeșitli șekil ve oranda zarar vermeleridir (Ablabekova, 2008; 14).

Dünya fosil kaynakları rezervinin %70’ini kömür, %14’ünü petrol, %14’ünü de doğal gaz ve %2’sini diğer fosil kaynaklar oluşturmaktadır (Ablabekova, 2008: 14).

2.1.1.          Kömür

Kömürün varlığı çok önceden bilinmekle birlikte, kömür madenlerinden bu kaynağın üretilebilmesi için, madende kömürle birlikte bulunan suyun yüzeye pompalanmasının zor ve çok maliyetli olması, kömürün enerji üretiminde yaygın kullanımı “Sanayi Devrimi”ne kadar ertelendi. Kömür, birim miktarı yakıldığında, oduna göre çok daha fazla ısı verdiği ve odunun olmadığı yerlerde de yaygın olarak bulunabildiği için hızlı kullanım alanı kazandı. Sadece ısınma amaçlı yakıt olarak değil, maden eritme, alaşım hazırlama ve elektrik üretim için de kullanıldığı için, önemi hızla arttı (Pamir, 2017: 74).

Kömür; siyah, koyu gri veya kahverengi-siyah renkli, parlak veya mat bir katı fosil yakıt ve aynı zamanda sedimanter bir kayadır. Ağırlık olarak %50, hacim olarak da %70'ten fazla kömürleşmiş bitki kalıntılarından oluşur. Kömür; başlıca karbon, hidrojen ve oksijen gibi elementlerin bileşiminden oluşmuş ve diğer kaya tabakalarının arasında damar haline uzunca bir süre (milyonlarca yıl) ısı, basınç ve mikrobiyolojik etkilerin sonucunda meydana gelmiştir.

Kömürleşme; bitkilerin alterasyonu sürecidir. Turba, linyit, alt bitümlü kömür, bitümlü kömür (taşkömürü), antrasit ve grafit birbirlerine dönüşerek oluşur. Kömür; elektrik üretiminde, ısınmada, demir-çelik ve çimento sanayi ile sanayinin diğer alanlarında kullanılmaktadır. Kömür, dünya çapında kullanılan tüm enerjinin %27'sini ve elektrik üretiminin %38'ini oluşturan küresel yakıt tedariklerinin önemli bir bileşeni olmaya devam etmektedir. Dünya Enerji Konseyi'nin araştırmalarına göre dünya kanıtlanmış işletilebilir kömür rezervi toplam 891 milyar ton büyüklüğündedir (T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, 2022).

 

Dünya Enerji Konseyi tarafından hazırlanan 80 ülkenin yer aldığı raporda, dünya kömür rezervlerinin en büyük kısmı (237,3 milyar ton) ABD'de yer almaktadır. ABD'yi 157 milyar ton ile Rusya Federasyonu ve 114,5 milyar ton ile Çin izlemektedir. Diğer kömür zengini ülkeler arasında; Avustralya (76,4 milyar ton), Hindistan (60,6 milyar ton), Almanya (40,5 milyar ton), Ukrayna (33,9 milyar ton), Kazakistan (33,6 milyar ton) ve Güney Afrika Cumhuriyeti (30,2 milyar ton) bulunmaktadır (T.C Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, 2022).

 

Kaynak: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, 2022

2.1.1.1.     Kömür Üretimi

Dünya kömür üretimi yüzyılın başından itibaren % 70 oranında artmıştır. Kömür üretimindeki artış, büyük ölçüde başta Çin olmak üzere Asya Kıtasındaki elektrik enerjisi talebinden kaynaklanmaktadır. Bu ülkenin elektrik enerjisi üretimi 2000-2018 arası dönemde beş katından fazla artarak 2018 yılında 7.112 TWh düzeyine yükselmiş ve aynı dönemde üretimin % 64’ü kömüre dayalı termik santrallardan elde edilmiştir. Son 18 yılda Asya-Pasifik Bölgesi’nin toplamındaki elektrik enerjisi üretim artışı ise yaklaşık üç kat olup elektrik üretiminde en yoğun olarak kullanılan kaynak kömür olmuştur (Tamzok, 2020: 219).

2018 yılı dünya kömür üretiminin 3.474 milyon ton tek başına Çin gerçekleştirmiştir. Hindistan kömür üretiminde 764 milyon ton ile ikinci sırada gelmektedir. 684 milyon ton ile ABD üçüncü, 502 milyon ton ile Avustralya dördüncü, 474 milyon ton ile Endonezya beşinci, 412 milyon ton ile Rusya altıncı, 257 milyon ton ile Güney Afrika yedinci ve 169 milyon ton ile de Almanya sekizinci sırada yer almaktadır.

 Çin hariç diğer yedi ülkenin toplam kömür üretimi 3.262 milyon ton oluyor. Çin tek başına kömür üretiminde diğer yedi ülkeden 212 milyon ton daha fazla kömür üretimi gerçekleştiriyor.

 

Kaynak: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, 2022

2.1.1.2.     Kömür Tüketimi

Dünya kömür tüketimi bir önceki yıla göre % 0,8 artarak 2018 yılında 7.722 milyon ton olmuştur (Tamzok, 2020: 222).

2018 yılı dünyada kömür tüketimi 3.770 milyon ton ile tek başına Çin olmuştur. 982 milyon ton ile Hindistan ikinci, 624 milyon ton ile ABD üçüncü, 234 milyon ton ile Rusya dördüncü, 217 milyon ton ile Almanya beşinci, 189 milyon ton tüketimi ile Japonya beşinci sırada yer almaktadır.

Çin hariç diğer beş ülkenin toplam kömür tüketimi 2.246 milyon tondur. Çin tek başına kömür tüketiminde diğer beş ülkeden 1524 milyon ton kömür tüketimi gerçekleştirmiştir.

Çin diğer devletlere karşı hem tüketim hem de üretim fazlalığına sahiptir.

Kaynak: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, 2022

2.1.2.          Petrol

Winston Churchill

‘Bir damla petrol

Bir damla kandan

Daha değerlidir’

Petrol, ağırlıklı olarak hidrokarbonlar ve düşük oranda azot, oksijen ve kükürt içeren bir sıvı olarak tanımlanmaktadır. Bu bileşenler binlerce yıl toplanmaktadırlar. Kırılmalar, toprak duvarları ve çatlaklar gibi doğal faktörlerden dolayı yağ, yeryüzüne veya petrol kuyularının delinmesi yoluyla salınmaktadır. Petrolün, asfalt damarları gibi katı veya yarı katı hali, ham petrol gibi sıvı halde olmanın yanı sıra, gaz hali gibi birçok halleri bilinmektedir (Alshaghel, 2018: 32-33).

20. yüzyıla damgasını vuran enerji kaynağı, kuşkusuz petrol olmuştur. Başlangıçta petrolün ağırlıklı tüketimi; bu yakıtın gemiler, motorlu taşıtlar, tanklar ve uçaklar üretilip sivil yaşamda ve ordularda yer almasına kadar geçecek uzun süre zarfında, daha çok aydınlanma lambalarında olmuştur (Pamir, 2017: 85).

Petrol 20. yüzyılın en önemli enerji kaynağı olmuş ve İkinci Dünya Savaşı’nın da nedenlerinden birisi olmuştur. Ordu kaynaklarında önemli yere sahiptir.

2.1.2.1.     Petrol Yatakları

500 milyon yıllık bir geçmişi olduğu saptanan petrol rezervleri çeşitli jeolojik zamanlarda meydana gelmiştir. Bu rezervlerin bulunduğu yerleri günümüz coğrafi tanımlamaları ile belirtmek, araştırmaları daha da kolaylaştırmaktadır. Üşümezsoy petrol rezervlerini önem sırasına göre şu şekilde bir sıralamaya tabi tutmuştur:

  Arap-İran petrol yatakları

  Batı Sibirya petrol yatakları

  Volga-Ural-Kuzey Hazar

  ABD Anadarko-Permiyen Platformu

  Kuzey Kafkas-Güney Hazar-Amuderya

  Kuzey Denizi

  Güney Amerika Kuzeybatı çevresi yatakları

  Kanada Alberta yatakları

  Endonezya yatakları

  Sirte Zelten Kuzey Afrika Kretase yatakları

  Kuzey Afrika Sahara Era Slüryen Yatakları (Atagenç, 2010: 55-56).

Günümüz uluslararası siyasetinde yaşanan gelişmeleri göz önünde bulunduracak olursak, yaşanan krizlerin önem sırası ile petrol rezervlerinin önem sırası arasında ciddi benzerliklerin bulunduğu da gözlerden kaçmayacaktır (Atagenç, 2010: 56).

2.1.2.2.     Petrol Üretimi

Petrol: Günde binlerce varil üretim

Bölge Adı

2020

2020 (%)

Kuzey Amerika

23521

26.6

Güney-Orta Amerika

5841

6.6

Avrupa

3579

4.0

Bağımsız Devletler Top.

13496

15.3

Orta Doğu

27664

31.3

Afrika

6865

7.8

Asya-Pasifik

7425

8.4

Toplam Dünya

88391

100.0

Kaynak: BP Statistical Review of World Energy, 2021

2021 yılında günlük yaklaşık 88.4 bin varil petrol üretimi gerçekleşmiştir.

2.1.2.3.     Petrol Tüketimi

Petrolün tüketimi; ülkelerin nüfus ve toprak genişliğinden çok, ekonomileri ile yakından ilgilidir. Asya-Pasifik ve Avrupa petrol tüketimi üretiminden fazladır. Asya-Pasifik az üretime sahip olması coğrafi nedenler olsa da Asya-Pasifik bölgesi petrol tüketimi diğer bölgelere göre de fazla gerçekleştirmiştir. Bu hem halkın refahı hem de ordu ve endüstriyel yatırımlar olabilir. 

Petrol: Günde binlerce varil tüketim

Bölge Adı

2020

2020 (%)

Kuzey Amerika

20772

23.5

Güney-Orta Amerika

5274

6.0

Avrupa

12788

14.5

Bağımsız Devletler Top.

4149

4.7

Orta Doğu

8321

9.4

Afrika

3559

4.0

Asya-Pasifik

33834

38.1

Toplam Dünya

88696

100.0

Kaynak: BP Statistical Review of World Energy, 2021

2.1.3.          Doğalgaz

Doğalgaz, enerji arz sistemlerinin çeşitlendirilmesinde güvenilir bir kaynak oluşu, fiyat ayarlamasının kolay ve çevre açısından temiz olması nedenleriyle, enerji bilançolarında önemli bir yere sahiptir (Bayraç, 2018: 13).

1970’li yıllarda yaşanan petrol krizlerinden sonra, uluslararası enerji sektörü alternatif enerji kaynaklarına yönelmiştir. Enerji sektörünün doğalgazla olan bağlantılarını kademeli olarak genişletmesi sonucunda, doğalgazın uluslararası piyasalardaki önemi giderek artmaya başlamıştır (Bayraç, 2018: 14).

Uluslararası doğalgaz sistemleri; rezerv ve üretim kaynakları, iletim, dağıtım ve bağlantı hatları, depolama üniteleri ve ulaştığı piyasa yapısı ile bir bütün oluşturmaktadır. Bu sistemlerin genel yapısını arz kaynakları, iletim-dağıtım sistemleri ve piyasa olmak üzere başlıca üç ana faktör meydana getirmektedir. Doğalgaz arzının çeşitli kaynaklardan, farklı alım koşulları ile elde edilebilmesi, talebin ise çok değişik niteliklerde olması nedeniyle gaz piyasası kompleks bir yapıdadır. Doğalgaz sistemlerinin ilk yatırım maliyetleri yüksek olmasına karşılık, marjinal maliyetleri düşüktür (Bayraç, 2018: 14).

Hidrokarbon kökenli bir kaynak olan doğalgaz; diğer fosil yakıtlara benzer şekilde milyonlarca yıl önce yaşamış olan bitki ve hayvan artıklarının yeraltında yüksek sıcaklık ve basınç etkisiyle oluşan kimyasal bir değişme sonucu meydana geldiği görüşü genel kabul görmektedir. Doğalgaz, gözenekli kayaçların boşluklarına sıkışmış olarak veya serbest hale bulunan renksiz, kokusuz ve hafif bir gazdır ve genellikle sedimenter havzalarda petrol yatakları (% 40 kadarı) ile birlikte veya serbest (% 60 kadarı) olarak rastlanılmaktadır (Bayraç, 2018: 14).

Doğalgaz havayı kirletmeyen bir yakıttır: Çevreyi kirleten üç ana faktör doğalgazın dumanı içinde bulunmamaktadır. Doğalgaz büyük miktarlarda depolanamaz: Kısa sürede kullanılması gerekir. Bunun için boru hatlarıyla tüketim yerine bağlanmaktadır (Erbil, 2010: 30).

Yanıcı, havadan hafif, renksiz ve kokusuz olan doğal gaz, büyük yoğunluğunu oluşturan metan (CH4) dışında etan (C2H6) ve propan (C3H8) gibi hafif moleküler hidrokarbonlardan oluşur. Hafif hidrokarbonların yanında az miktarda ağır hidrokarbonlar, karbondioksit, azot, helyum ve hidrojen sülfür de içerir. Doğal gaz yer altında yalnız başına bulunabileceği gibi petrol ile birlikte de bulunabilir. Doğal gaz yoğun olarak elektrik üretiminde, konutlarda, sanayide ve hizmet sektöründe kullanılmaktadır (T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, 2022).

2.1.3.1.     Doğalgaz Yatakları ve Rezervleri

Dünyada başlıca doğalgaz rezerv ve üretim alanlarının Orta Asya-Hazar ve Ortadoğu gibi belirli bölgelerde yoğunlaşması, doğalgazın ekonomik ve siyasi bir araç haline gelmesine neden olmuştur. Doğalgaz rezervlerine sahip ülkeler bu konumlarını, olmayanlar üzerinde bir üstünlük ve siyasi pazarlık aracı olarak kullanabilmektedirler (Bayraç, 2018: 13).

Hazar Bölgesinde stratejik olarak çok büyük bir öneme sahip olmuş ve ABD, Rusya gibi devletlerin ve AB gibi uluslar-üstü örgütlerin gözünü diktiği temel enerji kaynakları arasına girmeyi başarmıştır. Hatta bu stratejik enerji kaynağının önemi o kadar çok artmıştır ki; bazı devletler (özellikle Rusya) doğalgazı sadece ekonomik bir koz olarak değil, siyasi bir baskı aracı olarak kullanmaya başlamıştır (Erbil, 2010: 31).

2019 yılında, 190,3 trilyon m3 olan dünya doğal gaz rezervleri, 2020 yılında %1,3 azalarak 188,1 trilyon m3 olarak kaydedilmiştir. Dünya doğal gaz rezervlerinin %40,3’ü Orta Doğu’da, %30,1’i Avrasya’da, %8,8’i Asya Pasifik’te, %6,9’u Afrika’da, %8,1’i Kuzey Amerika’da, %4,2’si Orta ve Güney Amerika’da ve %1,7’si ise Avrupa’da bulunmaktadır. OECD ülkelerinin doğal gaz rezervi ise 20,3 trilyon m3 olup, toplam rezervin %10,8’ini oluşturmaktadır.  (Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, 2020: 28). 

2.1.3.2.     Doğalgaz Üretimi

2019 yılında, 3,97 trilyon m3 olarak gerçekleşen küresel doğal gaz üretimi, 2020 yılında, %3,3 düşüşle 3,85 trilyon m3 olmuştur. 2020 yılı doğal gaz üretiminde Orta ve Güney Amerika bölgesindeki %11,5’lik düşüş dikkat çekerken, Orta Doğu üretimi artan tek bölgedir (TPAO, 2020: 30).

2020 yılında, küresel doğal gaz üretiminde en büyük pay sahibi, 2019 yılında olduğu gibi Kuzey Amerika olmuştur (TPAO, 2020: 31).

Kuzey Amerika’nın 2020 yılında doğalgaz üretimi 1110 milyar m3 gerçekleştirmiştir ve Kuzey Amerika’yı takip eden diğer bölge ise 802 milyar m3 ile Avrasya bölgesi olmuştur.

2011-2020 Yılları Bölgelere Göre Küresel Doğal Gaz Üretimi

Kaynak: Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, 2020

2.1.3.3.     Doğalgaz Tüketimi

2020 yılında en fazla doğalgaz tüketimini gerçekleştiren 1031 milyar m3 ile Kuzey Amerika bölgesi olmuştur. Kuzey Amerika’yı takip eden 862 milyar m3 ile Avrupa bölgesi olmuştur.

2.2.                Yenilenebilir Enerji Kaynakları

Yenilenebilir enerji… Başka deyişlerle temiz enerji, yeşil enerji, çevre dostu enerji (Şeker, 2016: 810)

Enerjinin bulunduğu tüm biçimlerin toplamına toplam enerji adı verilmektedir ve enerji birçok faktöre göre sınıflandırılmaktadır. Doğrudan çevreden gelen ve elde edildikten sonra herhangi bir değişime uğramadan doğrudan kullanılan kaynaklar birincil enerji kaynakları olarak adlandırılmaktadır. Bu kaynaklar kendi içinde yenilenemez ve yenilenebilir enerji kaynakları ve atıklar olarak üçe ayrılmaktadır. Fosil yakıtların yer aldığı yenilenemez enerji grubunda kömür, petrol, doğalgaz ve nükleer enerji kaynakları bulunmaktadır. Yenilenebilir kaynaklar arasında ise güneş, rüzgâr, jeotermal, biyokütle, hidrolik enerji ve okyanus enerjisi bulunmaktadır. (Yıldırım ve Nuri, 2018: 108).

Yenilenebilir enerji insanlığın ömrü boyunca doğal olarak yerine konan veya yenilenebilen kaynaklardan elde edilen enerji türüdür. Bu durumda yenilenebilir enerji sürdürülebilir bir enerji kaynağıdır (Yıldırım ve Nuri, 2018: 109).

Sürdürülebilir bir kalkınmadan bahsedilebilmesi için yenilenebilir enerjinin payının artırılması ve buna bağlı olarak çevre tahribatının azaltılması bir zorunluluk olarak kabul edilmektedir. Bu zorunluluğu doğuran çevre sorunları arasında küresel ısınma en başta yer almaktadır. Sürdürülebilir kalkınma teması ile düzenlenen dünya zirvesinde küresel ısınmanın sera gazları nedeni ile meydana geldiği ve bu gazların %80’inin enerji temini ve kullanımı sırasında meydana geldiğinin üzerinde durulmuştur. Bu sorunları aşmanın yolu temiz enerjiden geçmektedir ve temiz bir enerjinin sağlanabilmesi de yenilenebilir kaynakların kullanımı ile mümkündür (Yıldırım ve Nuri, 2018: 109).

Doğal kaynaklardan üretilen yenilenebilir enerji aslında doğrudan güneşten veya yerkürenin derinlerindeki ısıdan meydana gelmektedir. Temel yenilenebilir enerji kaynakları olarak kabul edilen güneş, rüzgâr, hidrolik, jeotermal, biyokütle ve okyanus enerjisi dünya çapında artan bir paya sahiptir ve elektrik üretimi, ısıtma ve ulaşım gibi hayatın her alanına giriş yaparak yenilenemeyen enerji kaynaklarının yerini alma yolunda ilerlemektedir (Yıldırım ve Nuri, 2018: 109).

Yenilenebilir enerjilerde coğrafya veya bölgenin uygunluğu haricinde devletlerin birbirine enerji açıdan bağımlılığını azaltacak seviyeye getirecektir. Bir çok enerji krizini de engelleyeceği düşünülmektedir.

2.2.1.          Güneş Enerjisi

Enerjinin temel kaynağı güneştir. Güneşin çekirdeğindeki büyük nükleer tepkimeler sonucu ısı ve ışık ortaya çıkar. Güneş çekirdeğindeki yüksek sıcaklık (15 milyon o C) ve yoğunluk, hidrojen atomlarının helyum atomlarına dönüşmesine neden olur. Güneş çekirdeğinde mevcut olan füzyon süreci ile oluşan çok güçlü enerji tipidir. Ortaya çıkan bu enerji, radyasyon ile uzayda yayılım yapmaktadır. Dünya yüzeyine ulaşan güneş enerjisini tam olarak hesaplamak mümkün değildir. Güneşten gelen enerjiyi güneş santralleriyle elektriğe dönüştürülmekte ya da ısıtıcılar yoluyla su ısıtmada kullanılmaktadır (Erdoğan, 2020: 8-9).

Güneş enerjisi en bol enerji kaynağıdır. İster doğrudan güneş radyasyonu olarak ister dolaylı şekilde rüzgâr, biokütle, okyanus, hidrolik ve benzeri formlarda kullanılabilir. Güneşin yaydığı toplam enerjinin yaklaşık %60'ı yeryüzüne ulaşır. Bu enerjinin sadece %0,1'i, %10 verimlilikle dönüştürülebilirse bile, dünyanın toplam elektrik üretim kapasitesinden dört kat daha büyük olacaktır. Güneş enerjisi, bazı bölgelerde süreklilik göstermesi, bazı bölgelerde mevsimsel dalgalanmalar göstermesine rağmen, bol miktarda güneş ışığına sahip ülkeler için enerji bağımlılığının çözümü olabilecek bir kapasiteye sahiptir (Öymen ve Ömeroğlu, 2020: 1073).

2.2.2.          Rüzgar Enerjisi

Rüzgâr, güneşten gelen ışınların yerkürede yüzeyleri ısıtması ile havanın yükselmesinden sonra oluşan hava hareketi olarak tanımlanmakta olup ışınlar yeryüzü katmanlarını tek tek ısıtmakta ve ısınan katmanlardan yansıyan ışınlar ise havanın ısınmasına sebep olmaktadır. Güneşten gelen ışınların depolanması yer ve zamana göre değişim göstermekte olup bu sebepten oluşan basınç sıcaklık ve yoğunluk farkı oluşturmaktadır. Bu farktan meydana gelen çeşitli kuvvetler ise rüzgâr enerjisini oluşturmaktadır (Süslü, 2021: 15).

Rüzgâr enerjisine İkinci Dünya Savaşı sonrasında petrol fiyatlarının düşmesiyle birlikte ilgi azalmış olsa da 1970’li yıllarda artan petrol fiyatları sonrası tekrar ilgi artmaya başlamıştır. Rüzgâr enerjisine ilginin artmasıyla birlikte teknolojik gelişimlerin yaşanması rüzgâr enerjisinin kullanımını daha da yaygınlaştırmıştır (Orun, 2021: 6).

Rüzgâr santrallerinin ana yapı elemanı olan rüzgâr türbinleri, hareket halindeki havanın kinetik enerjisini öncelikli olarak mekanik enerjiye daha sonra da elektrik enerjisine dönüştüren sistemlerdir. Rüzgâr türbinlerinin geliştirilmesi için yapılan teknolojik çalışmalar sonrasında farklı özelliklere sahip, güç ve boyut olarak geliştirilmiş rüzgâr türbinlerinin üretilmesi rüzgâr enerjisinde önemli gelişmelerin yaşanmasını beraberinde getirmiştir (Orun, 2021: 6).

2.2.3.          Biyokütle Enerjisi

Bitkilerin ve canlı organizmaların kökeni olarak ortaya çıkan biokütle, genelde güneş enerjisini fotosentez yardımıyla depolayan bitkisel organizmalar olarak adlandırılır. Biokütle, bir türe veya çeşitli türlerden oluşan bir topluma ait yaşayan organizmaların belirli bir zamanda sahip olduğu toplam kütle olarak da tanımlanabilir. Biokütle için mısır, buğday gibi özel olarak yetiştirilen bitkiler, otlar, yosunlar, denizdeki algler, hayvan dışkıları, gübre ve sanayi atıkları, evlerden atılan tüm organik çöpler (meyve ve sebze artıkları) kaynak oluşturmaktadır. Petrol, kömür, doğal gaz gibi tükenmekte olan enerji kaynaklarının kısıtlı olması, ayrıca bunların çevre kirliliği oluşturması nedeni ile biokütle kullanımı enerji sorununu çözmek için giderek önem kazanmaktadır (Şeker, 2016: 813).

2.2.4.          Hidroelektrik (Su) Enerjisi

Hidroelektrik santraller aracılığı ile akarsuyu rezervuarlara biriktirerek suyun mevcut potansiyel enerjisinden elektrik üretilmesi için kullanılan hidrolik enerji yenilenebilir enerji kaynakları arasında yer almaktadır. Elektrik üretimi nehirlerin üzerine baraj inşa edilerek gerçekleştirilmektedir (Yıldırım ve Nuri, 2018: 123).

Düşük işletme maliyeti ve atık veya karbondiyoksit emisyonunun olmaması gibi avantajlara sahip olan ve küresel elektrik üretimine önemli miktarda katkı sağlamakta olan hidrolik enerji 100’den fazla ülkede bulunmaktadır (Yıldırım ve Nuri, 2018: 123).

2.2.5.          Jeotermal Enerji

Jeotermal enerji, yerin derinliklerindeki kayaçlarda biriken ısının oluşturduğu ve çevresindeki sulara göre daha fazla miktarda erimiş madde ve gaz içerebilen sıcak su, buhar ve kuru buhar ile kızgın kuru kayalardan elde edilen ısı enerjisine denir. Yağmur, kar, deniz ve göl sularının yer altı sularını beslemesi ve yer altına ulaşan suların magma tabakasına yakın yerlerde ısınıp kırıklı ve çatlaklı kayaçlardan geçerek tekrar kullanılabilir olması, zehirli gaz salınımının olmaması, temiz ve çevre dostu bir enerji kaynağı olması jeotermal enerjinin yenilenebilir enerji kaynağı olarak değerlendirilmesini sağlamıştır (Orun, 2021: 7).

Jeotermal enerji her bölgede aynı sıcaklık değerlerine sahip olmadığı için sıcaklık içeriğine göre düşük sıcaklık içeren sahalar (20-70°C), orta sıcaklık içeren sahalar (70-150°C) ve yüksek sıcaklık içeren sahalar (150°C’den yüksek) olmak üzere üç grupta sınıflandırılır (Yaman 2012: 88). Jeotermal enerjiden sıcaklık değerlerine göre çok geniş alanlarda doğrudan ve dolaylı bir şekilde yararlanılmaktadır. Doğrudan kullanımlarda konut, sera vb. gibi alanların ısıtılmasında, yiyeceklerin kurutulmasında, kâğıt ve dokuma sanayi gibi endüstriyel alanlarda ve borik asit, amonyum, bikarbonat gibi kimyasal maddelerin üretiminde kullanılmaktadır. Doğrudan olmayan kullanımı ise elektrik üretiminde kullanılmaktadır (Orun, 2021: 8).

2.2.6.          Deniz Kökenli Enerjiler (Dalga ve Gel-Git)

Dalga enerjisi gerçekte bir güneş enerjisidir, çünkü dalgaları oluşturan rüzgâr atmosferdeki basınç farklılıklarından meydana gelmektedir. Dalgalar bu enerjiyi binlerce kilometre çok az bir kayıpla taşımaktadır. Dalga boyutu da; rüzgârın hızı, ne kadar süreyle ve ne mesafede estiği ile orantılıdır. Dünya çapında tüm kıyı şeritlerinde dalgaların türettiği enerji 2-3 milyon MW olarak tahmin edilmekte, yani binlerce elektrik santralinin ürettiği enerjiye eş değerdedir. Bu güç dünyanın elektrik ihtiyacının % 13’ünü karşılayacak düzeydedir. Okyanuslar, denizler birer enerji santrali olarak değerlendirilebilmektedir. Bu yapı ile dalga gücü ve gelgitten elde edilen enerji elektriğe dönüştürülmektedir. Dalga teknolojisi, rüzgâr ve güneş enerjisi teknolojilerine göre başlangıç aşamasındadır. İlk birkaç yüz MW daha yüksek maliyette olsa da, bu miktarın üstünde üretime geçilince maliyetler düşmektedir (Şeker, 2016: 816-817).

3.                      1973 PETROL KRİZİ

1973 yılında yaşanan petrol krizi, ilk kez enerji kaynakları konusunda bir güvensizlik ortamı yaratmıştır. 1980’li yılların ortalarında petrol fiyatları düşmüş ancak, petrol krizi sonucu gündeme gelen enerji güvenliği kavramı kalıcı olmuş ve enerji arzının çeşitlendirilmesi, enerji politikalarının vazgeçilmez öğelerinden biri haline gelmiştir (Sevim, 2010: 55).

3.1.                1973 Petrol Krizi Öncesi

 6 Ekim 1973 tarihinde Suriye ve Mısır’ın anlaşmalı olarak İsrail’e saldırması Arap-İsrail savaşını başlatmış ve bu savaş krizin ortaya çıkışını tetiklemiştir. Arap ülkelerinde ABD’nin İsrail’i desteklediğine dair yaygın bir düşünce hakimdi. Bunun bir sonucu olarak Arap ülkeleri, kaybedilen Arap topraklarının geri kazanılmasına yönelik yapılan savaşta petrolü siyasi bir baskı aracı olarak kullanma yoluna gitmişler ve böylece bütün dünyada bir petrol krizi ortaya çıkmıştır. Yani, 1973 Petrol Krizi, Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Birliği’nin (OAPEC) Arap-İsrail savaşında ABD’nin İsrail ordusuna destek vermesine karşılık ilan ettiği bir petrol ambargosudur (Öztürk ve Saygın, 2017: 2).

OAPEC, OPEC üyesi Arap ülkeleriyle Mısır ve Suriye’den oluşmaktadır. OPEC, 16 Eylül 1960’ta başlıca beş petrol üreticisi olan İran, Kuveyt, Suudi Arabistan, Venezüella ve Irak tarafından kurulmuştur. Önceleri pek etkinliği olmayan bu örgütün etkisi zamanla giderek artmıştır. (Öztürk ve Saygın, 2017: 2).

Bu teşkilatın kuruluş amacı özellikle petrol fiyatlarının belirlenmesi ve ilgili diğer meselelerin üyelerle birlikte çözümünü sağlamaktı. Kurulduğunda Batı teknolojisi gereği neredeyse tüm petrol kaynakları Batılı şirketlerce ve özellikle de Amerikan petrol şirketleri tarafından işletilmekteydi (Öztürk ve Saygın, 2017: 3).

1967 savaşının sonunda Araplar, Filistin komandolarını İsrail’e karşı kullanma kararı vermişlerdir. Aynı şekilde de petrolün ibresini İsrail’den Batı’ya çevirme kararı almışlardır. Bugüne kadar İsrail’e karşı kullanılmaya çalışılan petrol, artık tüm Batı’ya karşı kullanılmak istenen bir silahtı. 1973-74 krizi, 1973’teki Yom Kippur Savaşı’nın ardından meydana gelen bir krizdir (Atagenç, 2010: 37).

Araplar ve Yahudiler arasında 1948-1973 yılları arasında yaşanan bu dört savaşla birlikte İsrail devleti sadece kurulmakla kalmamış, topraklarını genişletmiştir. Bu savaşlar 1973 petrol krizinin vuku bulmasının en önemli sebebidir. Arap devletleri yaşamış oldukları mağlubiyetlerin bir sebebi olarak da Batılı devletlerin İsrail’e vermiş oldukları desteği görmüş, ellerindeki en etkili güç olan petrol kozunu bu devletlere karşı kullanma yoluna gitmiştir (Yılmaz ve Kalkan, 2017: 182).

OAPEC üyeleri, 17 Ekim 1973’te Kuveyt’te toplanarak Filistin halkının yasal hakları güvence altına alınıncaya kadar ve İsrail ele geçirdiği topraklardan geri çekilinceye kadar 1 Ekim’den başlamak üzere petrol üretiminin her ay yüzde beş oranında azaltılması kararı aldılar. Alınan bu karar özellikle gelişmiş ülkelerde büyük bir şok etkisi yarattı (Öztürk ve Saygın, 2017: 3).

Petrol fiyatlarının yükselmesi bir taraftan maliyet artışını gündeme getirirken, diğer taraftan petrol ihracatçısı ülkeleri zenginleştirdi. Bundan sonra petrol ihracatçısı ülkelere akan sermaye “petro dolar” olarak adlandırıldı (Öztürk ve Saygın, 2017: 3).

Ekim ayında yaşanan Arap-İsrail savaşının yarattığı geçici aksaklıklar ve Arap ülkelerinin petrol ihracatının “petrol boykotu” kapsamında kısa bir süre için azaltılması, petrol üreten ülke hükümetlerini fiyatları giderek daha da yükseltmeye teşvik etti. OPEC üyeleri bu fiyatı Ocak 1974’te 11,651 ABD doları/varil olarak saptadı. Bu artış bir yıl içinde fiyatların dört kattan fazla artması anlamına gelmektedir. Böyle bir artış; petrol ithal eden ülkelere maliyet açısından büyük dezavantajlar getirirken, petrol ihraç eden ülkelerde ise “petro dolar” olarak adlandırılan sermaye akımlarını meydana getirmiştir (Öztürk ve Saygın, 2017: 3).

3.1.1.          1973 Petrol Krizinin Ekonomiye Etkisi

OPEC üyelerinin taleplerinin yerine getirilmemesi halinde üretimi yüzde beşten başlayarak azaltacaklarını açıklamalarından hemen sonra ABD başkanı Nixon, kongreden İsrail’e yardım amacıyla 2,2 milyar dolar talep etti ve OPEC buna çok geçmeden yanıt verdi. Libya, ABD’ye giden bütün petrol sevkiyatına ambargo koyacağını duyurdu. Önce Suudi Arabistan ve ardından diğer OPEC üyeleri ambargoya destek vereceklerini açıkladılar. ABD’yle başlayan ambargo özellikle Hollanda olmak üzere Batı Avrupa ve Japonya ülkelerine kadar genişletildi (Öztürk ve Saygın, 2017: 3).

1974’teki %400 oranındaki fiyat artışı, ABD başta olmak üzere sanayileşmiş ülkelerin ucuz petrole göre yapılandırılmış olan üretim sistemlerini zorlanmaya sebep olmuştur. Karların ve ücretlerin gerçek değerinin altına düşmesini engellemek için ise petrol fiyatlarındaki artışlar maliyetlere yansıtılmıştır. Dolayısıyla bu da enflasyonun hızlanmasına neden olmuştur (Öztürk ve Saygın, 2017: 3).

Esnek olmayan talep yapısına sahip olan petrole yapılan ödemeler, ithalatçı ülkelerdeki satın alma gücünün büyük bir bölümünü emerek, diğer mallara olan talebi önemli ölçüde azaltmıştır. (Öztürk ve Saygın, 2017: 3-4).

Yaşanan söz konusu gelişmeler nedeniyle petrol fiyatları 1974 yılının sonunda 4,75 USD’ye, 1975 yılında ise 12,21 USD’ye yükselmiştir. Petrol fiyatlarının kısa süre içerisinde artması petrol üreticileri ve petrole ihtiyaç duyan ülkelerin ekonomilerinde ciddi değişimlere yol açmıştır. Petrol üreticileri önemli gelirler elde ederken, petrolü dışarıdan temin eden ülkelerin ekonomileri büyük zarar görmüştür. Bu durum “üretim kapasitelerinin, işsizliğin ve yetersiz bir ekonomik büyüme ile birlikte yüksek fiyat artışlarının görüldüğü” stagflasyon krizine dönüşmüş, fiyat istikrarı ve tam istihdam sağlanamaz duruma gelinmiştir. 1973 kriziyle başta ABD, Almanya, Fransa, Birleşik Krallık, Japonya ve Hollanda gibi olmak üzere pek çok devlet bu durumdan etkilenmiş, ülkelerin büyüme oranları 1974- 75’li yıllarda negatif yönlü seyretmiştir. Bu durum ayrıca enflasyon ve işsizlik oranlarına da yansımıştır. ABD’de 1972 yılında %3,3 olan yıllık enflasyon oranı 1973’te %6,2’ye, 1974 yılında ise %11,1’e yükselmiştir. Bununla birlikte ABD’de 1973 yılında %4,89 olan işsizlik oranı 1975 yılında %8,47’ye kadar çıkmıştır (Yılmaz ve Kalkan, 2017: 185).

3.1.2.          1973 Krizine Karşı Önlem Olarak “Uluslararası Enerji Ajansı”

Amerika, Arapların bu petrol silahına karşı başvurduğu bir diğer yol da OECD (Avrupa İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı) çerçevesinde 1974’te Amerika, Kanada, Fransa hariç ortak pazar ülkeleri, Türkiye, Japonya, İspanya, İsviçre, İsveç, Avusturya ve Norveç’in katılımıyla Milletlerarası Enerji Ajansı’nın kurulması oldu. Bu kuruluşun temel amacı, üye ülkeler arasında enerji ve özellikle petrol kaynaklarının sağlanmasına ve kullanılmasına yönelik işbirliğini, dayanışmayı ve ortak planlamayı gerçekleştirebilmekti. Ortak planlama çalışmalarında, her üye ülkenin en az 60 günlük petrol stokuna sahip olması prensibi üyeler tarafından kabul edilmiş ve ilerleyen süreçlerde de bu stok miktarı 90 güne çıkarılmıştır. Bunların dışında ise, üye ülkelerden herhangi birinin petrol sıkıntısına düşmesi halinde, üye ülkelerin birbirlerine yardım etmeleri esası da kabul edilmişti (Öztürk ve Saygın, 2017: 5).

Bunların başında yaşanan sürecin enerji güvenliği kavramının gelişimine sağladığı katkı yer almaktadır. Ancak burada üzerinde ağırlıkla durulan konu aslında enerji arz güvenliğidir. Üretici Arap devletlerinin petrol arzını kısıtlaması ve fiyatların artırılması durumu enerjiye ihtiyaç duyan devletleri ciddi şekilde etkilemiş, bu nedenle enerji arz güvenliği çerçevesinde bir tanımlamaya gidilmiştir. Bu kapsamda kaynakların mevcudiyeti, hesaplılığı, sürdürülebilirliği ve erişilebilirliği gibi temel hususlar ön plana çıkmıştır. Kısaca var olan enerji kaynaklarına uygun fiyatlarla, istenildiği zaman erişebilme durumu büyük önem kazanmıştır (Yılmaz ve Kalkan, 2017: 186).

Petrol krizinin başladığı süreçte gelişmiş ülkelerin ve özellikle ABD’nin ortaya koyduğu iktisaden toparlanma çabaları, daha sonraki on yıllarında nüvelerini ortaya koymuştur. Yaşanan kriz ortamında ortaya çıkan ekonomik zorluklarla mücadele etmek zorunda kalan ABD ve diğer gelişmiş ülkeler ekonomilerini yeniden organize etmeye yönelik çalışmalar yapmışlar ve böylece küreselleşmenin önemli noktaları sayılan liberalleşme ve teknolojik gelişmeler noktasında gelişmelere de adım atmışlardır (Öztürk ve Saygın, 2017:5).

KAYNAKÇA

Ablabekova, A. (2008). İktisadi Etkinlik Açısından Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Fosil Yakıtlar İle Karșılaștırılması, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.

Alshaghel, H. (2018). Enerji Güvenliği Ekonomik Etkiler ve Politik Hegemonya. Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.

Atagenç, İ. Ö. (2010). 21. Yüzyıl Güvenlik Politikalarında Enerji ve Hindistan’ın Enerji Güvenliği Siyaseti, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Bayraç, H. N. (2018). Uluslararası Doğalgaz Piyasasının Ekonomik Yapısı Ve Uygulanan Politikalar. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İİBF Dergisi, 13(3), 13-36.

BP, (2021). Statistical Review of World Energy, WEB: https://www.bp.com/content/dam/bp/business-sites/en/global/corporate/pdfs/energy-economics/statistical-review/bp-stats-review-2021-full-report.pdf, 15 Mayıs 2022’de alınmıştır.

Erbil, Y. (2010). Rusya-Ukrayna Doğalgaz Krizi ve Enerji Güvenliği, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kadir Has Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.

Erdoğan, N. (2020). Türkiye’de Yenilenebilir Enerjiye Yönelik Teşvikler İle Yenilenebilir Enerji Üretimi Arasındaki Etkileşim ve Finansal Yansımalar, Yüksek Lisans Tezi, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sivas.

Erkal, H. Y. (2018). Bir Dış Politika Meselesi Olarak Enerji Güvenliği ve Nükleer Enerji, Yüksek Lisans Tezi, Ahi Evran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kırşehir.

Orun, A. F. (2021). Türkiye’de Yenilenebilir Enerji Yatırımlarına Yönelik Teşvikler ve Yenilenebilir Enerjinin Ekonomik Etkileri, Yüksek Lisans Tezi, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sivas.

Öymen, G., ve Ömeroğlu, M. (2020). Yenilenebilir Enerjinin Sürdürebilirlik Üzerindeki Rolü. İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 19(39), 1069-1087.

Öztürk, S., Saygın, S. (2017). 1973 Petrol Krizinin Ekonomiye Etkileri ve Stagflasyon Olgusu. Balkanlar Sosyal Bilimler Dergisi, 6(12), 1-12.

  Pamir, N. (2017). Enerjinin İktidari. (4. basım). İstanbul; Hayykitap. 

Sevim, C. (2010). Petrol Rezervlerinin Zirve Noktasının Enerji Güvenliği Açısından Büyük Enerji Pazarları (ABD, AB, Çin ve Hindistan) Üzerindeki Etkileri. Güvenlik Stratejileri Dergisi, 6(11), 53-72.

Süslü, G. (2021). Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Düzenlenmesi ve Yenilenebilir Enerji Politikaları, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Ankara.

Şeker, A. (2016). Yenilenebilir Enerji, Türkiye’de Yenilenebilir Enerji Potansiyeli ve Yeşil Pazarlama ve Yenilenebilir Enerjinin Pazarlanması. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 9(46), 809-828.

Tamzok, N. (2020). Dünyada ve Türkiye’de Kömür. Türkiye’nin Enerji Görünümü 2020. WEB: https://www.mmo.org.tr/kitaplar/turkiyenin-enerji-gorunumu-2020, 8 Mayıs 2022’de alınmıştır.

T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı (2022). Kömür, WEB: https://enerji.gov.tr/bilgi-merkezi-tabii-kaynaklar-komur, 8 Mayıs 2022’de alınmıştır.

Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (2020). Petrol ve Doğalgaz Sektör Raporu, WEB: https://www.tpao.gov.tr/file/2110/tpao-sektor-raporu-2020-sunum-191021-596616ff74617f07.pdf, 19 Mayıs 2022’de alınmıştır.

Yıldırım, O., ve Nuri, F. İ. (2018). Yenilenebilir Enerji ve Sürdürülebilir Kalkınma İlişkisi. Uluslararası Bankacılık Ekonomi ve Yönetim Araştırmaları Dergisi, 1(1), 105-143.

Yılmaz, S., Kalkan, D. K (2017). Enerji Güvenliği Kavramı: 1973 Petrol Krizi Işığında Bir Tartışma. Uluslararası Kriz ve Siyaset Araştırmaları Dergisi, 1(3), 169-199.

Yorumlar